25 Aralık 2013 Çarşamba

Bir hayat müsveddesinin kırık dökük sahneleri: Amerikan Sapığı, Patrick Bateman


      "Aslında bu anlattıklarımdan çıkarılabilecek yeni bir anlam yok.Bütün bunları size anlatmamın hiçbir nedeni yok."



Markalarla, reklamlarla, ürünlerle, kredi kartlarıyla, kızlarla, erkeklerle, etiketlerle ,kartvizitlerle, restoranlarla, menülerle, davetlerle, partilerle, uyuşturucuyla, pornografiyle, silahlarla, bombalarla, tecavüzlerle, işkencelerle ve vahşetle yıkanmış beynimizin adeta röntgenini çekiyor ve reçeteyi hazırlıyor yazar Bret Easton Ellis. Ardından da bu reçeteyi bize teslim etmesi için elçisi Patrick Bateman’ı yolluyor.

Patrick Bateman 26 yaşında,yakışıklı, zengin bir Wall Street çalışanıdır. Aslında çalışmaya ihtiyacı dahi yoktur ama “topluma uyum sağlamak” ister. Genellikle işine çok fazla zaman harcamaz ve işe geç gelip erken kaçmayı tercih eder. Zamane Derya Baykal’ı tadında bir program yapan olan Patty Winters Show’u asla kaçırmaz, Donald Trump’a hayrandır. Önemli bir restoranda yer bulamadığı için fenalaşır, bir iş arkadaşının ondan daha güzel bir kartviziti var diye sinir krizi geçirir, insanların “siyah tüvit ceketle hangi renk kravat kullanmalıyım?” gibi sorularına istisnasız net cevaplar verir.

Onu sıfatlarla tanıtmaya kalkarsam oldukça olağandışı gözükecek ama aslında günlük hayattan oldukça aşina olduğumuz bir portre sunuyor bizlere Bateman karakteri. Kendini beğenmiş, havalı, küstah, lüks düşkünü, trend delisi, marka takıntılı, ruhunu ve umudunu kaybetmiş bir Amerikan yuppiesi (yuppie:kitabın geçtiği 80’lerin moda deyimi ile genç yaşta çok paralar kazanan bir nevi metropol insanı, tüketim canavarı, tikky’nin atası) .

Yazarın yuppielerin içinde hatırı sayılır bir zaman geçirdikten sonra ortaya çıkardığı roman, maddi ve manevi tüketime dayanan bu hayat tarzını şiddetli bir biçimde eleştiriyor. Şunu da belirtmek lazım, cinselliği ve vahşeti en ince detaylarına kadar ele alan bu kitap, dayanıklılığı zayıf olan okuyucular için oldukça zor sahneler içeriyor.




Bateman’ın verdiği derin detaylarla sayfalarca süren kıyafet, dekor, saç, görüntü betimlemeleri boğucu olabiliyor. Hem de en az bahsi geçen yaşam tarzı kadar boğucu ki muhtemelen yazarın amacı da bu. Kitapta o kadar çok detay var ki, sanki metnin altında bir başka metin, onun da altında bir başka metin varmış gibi bir hisse kapılmanız olası. Ama Bateman’ın temsil ettiği hayat o kadar yüzeysel ki, aşağısını görmek biraz çaba istiyor.

Kötülük olunan bir şey midir? Yoksa yapılan bir şey mi?


Dışardan oldukça sıradan, kibar ve çekici bir görüntüsü olsa da; sabahları spora giden, öğlenleri uzun yemeklere çıkan, akşamları da arkadaşlarıyla club’lara takılan Patrick Bateman’ın gerçekten var olup olmadığından emin olamadığımız Dr.Jekyll & Mr.Hide tarzı gizli bir yaşamı var .Aslında Batman’vari demek daha doğru olabilir.Zira o cikletten çıkan değil ama toplumun gerçek Batman’i.

Dilencileri, fahişeleri, köpekleri hatta çocukları öldürdüğü, dolabında kafasız bedenleri sakladığı, elektrikli testereyle vahşi katliamlar yaptığı gizli yaşamından çevresindeki herkes habersiz. Zaten itiraf etse de kimse ona inanmıyor.



İnsana benzemek için her şeye sahip olduğunu söylüyor Bateman.Ete, kana, kemiğe, saça her şeye.. Ancak açgözlülük ve iğrenme dışında tek bir damla duygusu dahi yok. Kendinden başlayarak yaşayan ve nefes alan her şeyden nefret eden Bateman, bir yandan da tek ihtiyacının sevilmek olduğunu iddia ederek kendiyle çelişiyor. Aslında roman ve tüm bu tantana Bateman’ın anlamsız hayatının içinde kendini bir yere konduramaması ve parçalanmasından ibaret.Ama o kendini daha farklı tanımlıyor:

“Bir Patrick Bateman ideası var,yani bir nevi soyutlama,ama gerçekte ben yokum.sadece bir varlık,hayali,ve soğuk bakışlarımı gizlesem de ve el sıkışırken siz elinizi sıkan eti hissetseniz de ve belki yaşam tarzlarımızın bile benzer olduğunu düşünseniz de: ben burada değilim,o kadar.”

Kimseyi umursamadığı gibi kendini de ciddiye almıyor Patrick Bateman çünkü aslında kimse kimseyi ciddiye almıyor. Bateman isterse çok sevdiği Phil Collins’ten, isterse dilenceleri öldürmeyi sevdiğinden bahsetsin karşısındakinin cevabı değişmiyor. Gerçek hayatta kimse repliğini kaçırmıyor. .

Başkalarına ihtiyaç duymaktansa onlara uyum sağlamayı tercih ediyor. Ya da en azından deniyor. Çünkü elinden daha fazlası gelmiyor. Ne kadar istese de kendiyle ilgili daha derin bir bilgi etmesi mümkün değil. Cinayet işlemeyi, vahşet düşlemeyi bırakması, arınması mümkün değil. Çünkü kötülük ve kokuşmuşluk her yanını sarmış durumda ama o bunlara bir mazeret bulamıyor. Zaten aramıyor da. Patrick Bateman,geriye (tüketecek) bir şey kalmayınca kendini tüketiyor.

“Dünyaya lanetler yağdırıyorum ve de bana öğretilen herşeye; ilkelere, seçkinliklere, seçimlere, ahlak derslerine, uzlaşmalara, bilgiye, birlik olmaya, dua etmeye -hepsi yanlıştı, hiçbirinin kendi başına bir amacı yoktu. Hepsinin dönüp geldiği nokta şu: öl ya da uy.”


Son söz yerine,
Aslında yazarın, gözümüzün içine sokarcasına kullandığı birlerce marka ismiyle beraber bu suçun faturasını tüketim kültürüne, yüzeyselliğe, medyaya ve hatta ilahlaştıran pop kültüre kesmeye çalıştığını söylemek mümkün. Görüntüye odaklı yoz dünyada insanların derin çürümesinin izlerini taşıyor Bateman. İletişimsizliğin değil iletişimin kurbanı adeta. O kadar çok iletişiyorlar ve dışarıya verdikleri görüntü o kadar önemli ki, insanlar içlerini unutmuş durumdalar. Kendilerini unutmuş durumdalar. Oldukça kişisel ve bireysel bir zamanda yaşadığımız düşünülüyor oysaki herkesin istekleri, arzuları, duyguları, düşünceleri aynı.

Ev, araba, yetiştirilen veya yetiştirilecek çocuklar, kariyerler, kredi borçları, yeni kıyafetler, tatilde gidilen yerler, trendler, konserler, restoranlar ve partiler.. Bütün düşünceler bunlar üstüne. Ama kendilerine ait düşünceleri yok. Kendilerini düşünmüyorlar dahi. Tüm istekleri bunlardan ibaret. Her şey ezberde. Televizyonla beyinlere yerleştirilen ortak hafızada.

Ama kendileri haklarında zerre fikirleri yok, onlara verilenler dışında. Bütün bu istediklerini elde etseler dahi (Bateman gibi) bunun ne kadar anlamsız olacağı hakkında zerre fikirleri yok.

Günlerce konuşup beraber yüzlerce saat geçirdikleri halde birbirlerini tanıyamıyorlar. Çünkü birbirlerinin düşüncelerini duyamıyorlar. Çünkü kendilerini dahi duyamıyorlar..




Hiç yorum yok: