Amerikan edebiyatının Rock Star’ı olarak gösterilen
Palahniuk’a göre kültürümüzden/bizi kapana kıstıran illetlerden kurtulmanın tek
yolu savaşmaktan vazgeçmek. Bir kapandan kurtulmak başka bir kapanı
tetikleyeceğinden özgürleşmek için tek yapabileceğimiz, yapmak istediklerimizi
yapmamak.
“Yapmak istemediğin şeyleri yap. Sana istememen gerektiği öğretilmiş olan şeyleri yap.”
Saadetin peşinden gitmenin tam tersi.
“Seni en çok korkutan şeyleri yap.”Görünmez Canavarlar
Yayımlanan ilk romanı “Dövüş Kulübü” David Fincher
tarafından sinemaya aktarılınca geniş kitlelere ulaşan Chuck Palahniuk’un
derdi, ironik bir şekilde söz konusu kitleyle (Belki de değildir, parasına bakıyordur, çok da önemli değil, biz hikayelerine bakarız). 30’lu
yaşlarına kadar araba tamiri yapan Palahniuk, sosyalleşmek için katıldığı yaratıcı
yazarlık atölyelerinin ardından kendini ün, para ve başarı içinde bulurken bunu
sağlayan şey; onun salt bu elementlerden ibaret yoz kültürü, şöhret
hayranlığı / budalalığını benzersiz bir
şekilde hicvettiği romanları oldu.
Günümüzde edebiyatın aynı zamanda video
klipler, bilgisayar oyunları, televizyon dizileri, yarışmalar ve internet gibi mecralarla
mücadele ettiğinin farkında olan Palahniuk’un yazdıkları sadece basit birer
roman değildir. Sonuna ulaşmak için sabırsızca ve ardı ardına bölümler
izlediğiniz diziler gibi heyecan verici, birer sarımlık jointlerdir. Dikkat çekmenin çok zor hale geldiği
gürültülü, büyük şehirlerde kendini duyurmanın tek yolu şiddete başvurmak.
Şiddetten bahsetmek Chuck Palahniuk’un hem tercihi, hem de
mecbur kaldığı bir şey. Dedesi babaannesini vurduktan sonra intihar ederek
hayatına son verir. Babası ise gazete ilanı aracılığıyla tanıştığı bir kadınla
flört halindeyken kadının kocası tarafından vurularak öldürülür. Bu noktadan
sonra yazarın yaşamla, ölümle, tanrıyla, cinsellik ve bağımlılıklarla ilgili kafaya
taktığı şeyleri nazik bir dille
anlatmasını beklemek saflık olur.
Kurduğu cümleler kısa ve basit olsa da okuyucuyu ayartacak
cinstendir. Sinirlendirir. Farkındalık, kayıtsızlığı imkansız hale
getirdiğinden, öyle ya da böyle yazar amacına ulaşır. Mermi-cümlelerinden biri
elbet hedefini bulur. Ancak hiç kimse daha mutlu olmaz.
Acıyı seviyoruz. Ve acılarımız, sorunlarımız, o hüzünlü
dramlarımız bitmesin istiyoruz çünkü onları çözümlersek geriye neyin
kalacağından emin değiliz. Ünlü olmak için her şeyi vermeye hazırız. Kendimizi
o büyülü televizyonda görmek için. Akşam haberlerini seviyoruz. Teröristleri,
hava korsanlarını, annesini bıçaklayan çocukları, okul tarayan liseli aşıkları (en kötü hikayede bile aşk sempati uyandırır) seviyoruz. Felaketlere, çevre
kirliliğine, zincirleme kazalara bayılıyoruz çünkü onları izlemeye ihtiyacımız
var.
Parıltılı yıldızlardan, bütün çirkinliğini makyajlayıp ışık
saçanlardan, cafcaflı dedikodulardan kendimizi alamıyoruz. Işık bizim zaafımız.
İster gerzek bir ünlü, ister boş bir kutu olsun ışık bizi çekiyor. Her şey
böyle başlamadı mı zaten? İlla bir sebep gerekiyorsa eğer, bütün bu anlamsız
hayatın tek sebebinin kuvözde son bulan ışığın peşinden gidişimiz/basit bir
hata olduğunu söylemekten başka ne denilebilir ki..
“İntihar etmekle şehit olmak arasındaki tek fark gazetede manşet olmaktır.”Gösteri Peygamberi
Aptallıklarımızı tek tek yüzümüze vuran Palahniuk bize daha iyi bir alternatif sunmuyor.
Bize doğru yolu gösterecek aksakallı dede, Ferrari’sini satan bilge, ya da
hayatın sırrına/ the secret/ le secret/ el secreto erişmiş müneccim bir şarlatan değil o. New
Age ve NLP saçmalıklarıyla okuyucuyu oyalamıyor. Karanlık bir aydınlığa mahkûm
etmiyor. Kitaplarında varolan tek şey karanlık, salt karanlık ancak en azından
gerçek.
Cevaplar bulma telaşında değil; aklına gelen soruları durmaksızın boca ediyor. Söylediklerinin
anlamlı olması dahi gerekli değil. Hayattan bir anlam beklemek zaten yeterince anlamsız.
Saldırmaktan yorulmuyor. Yeni ve güzel bir dünya istemiyor.
Olanı yıkmak ve harap etmek tek derdi. Çünkü hiçbir
ideolojinin daha iyi, daha mutlu, daha barışçıl bir dünya getiremeyeceğini
idrak edebilmiş durumda.
” Cevap, cevabın olmaması”Dövüş Kulübü
Kurtulmak için değil asla kurtulamayacağını bildiği için
dibe vurmayı ve anlamsızlaşmayı bu kadar övüyor.
Özgür olmak için kaybedin diyor.
Güzel olmak için çirkinleşin.
Zengin olmak için fakirleşin. Meşhur olmak için
isimsizleşin.
Kamu, özelin yeni şekli. Delilik, aklı başında olmanın yeni
şekli.
Kaybedecek hiçbir şeyinin olmaması, varlıklı olmanın yeni
şekli.
Namevcut olmak, yeni mevcut olma şekli.
“Deja vu’nün bir de tersi vardır. Buna jamais vu denir. Sürekli aynı insanlarla karşılaşıp aynı yerlere gidersiniz, ama her seferinde ilk kez olmuş gibi hissedersiniz. Herkes her zaman yabancıdır. Hiçbir şey tanıdık gelmez.”Tıkanma
Alışık olduğumuz karakterler değil onun yarattıkları. Her şey gayet normal (normal ne
demekse artık) giderken sadece seçme hakkının olduğunu, kontrolün kendisinde
olduğunu görmek için dibe vuran karakterler. İşini, evini, ismini, ailesini
hatta cinsiyetini bir kalemde silen karakterler. Çünkü kendi hayatlarını
yaşamaları, var olmalarını sağlayan tüm temel değerleri silmeleriyle mümkün.
“Sadece her şeyi kaybettikten sonra özgür kalabiliriz.”Dövüş Kulübü
Bütün ideolojiler aynı sıkıntıyı doğurur. Sistem yıkılamaz, ancak
devam ettirilir. Her devrim, başka bir devrimi kutsallaştırır. Her hangi bir sistem
varolduğu sürece, o sistem kendini dayatacak, kaçacak yer bırakmayacaktır. Sistemin
adı ne olursa olsun..O yüzden çözüm devrim değil,ilerleme değil.Tek çözüm yıkım
ve yıkım size herhangi bir cevap sunmaz.Sizi kurtarmaz da..Ancak farkındalık, bütün
sistemleri sarsar. Sistemin dişlisi olan kişiyi ne yapacağı kestirilemez
durumuna getirir. Belki o zaman özgür irade, tercihler veya birey/bireysellik
gibi şeylerden söz etmeye yaklaşabiliriz.
Bildiklerimizi unutmamız maalesef mümkün değil. Her şeyi
öğrenmemiz de aynı şekilde imkansız. O yüzden her şeye anlam yüklemekten vazgeçmek
gerek. Zira bu Araf/Dünya’da sıkışmış haldeyiz. Ne din, ne millet, ne ideoloji,
ne cinsiyet,ne aile,ne kimlik,ne evlilik,ne de dostluk bizi kurtaramaz.
Standardize edilmiş güzellik ve endüstriyelleşmiş estetiğin
gölgesinde cinsiyetler, sadece birer görüntüden ibaret.
Aileler, kitlelerin yeni afyonu. Anneler, yeni nesilleri
yetiştirirken kendilerini kutsallaştıran, tecavüz edilemez tanrılar.
Kimlik, özgürlüğün prangası. “Hiç kimse” olmak, özgür
olmanın tek yolu.
“Burası Amerika. Otuzbir çekmekle başlarsınız ve grup sekse kadar ilerlersiniz. Önce biraz ot çekersiniz, sonra eroine terfi edersiniz. Kültürümüz böyle; daha büyük, daha iyi, daha güçlü, daha hızlı. Anahtar kelime; ilerleme.”Tıkanma
"Gündüz yayınlanan dramaları izlersen, herkesi kısa süreliğine ziyaret etmiş gibi olursun. Her kanalda ayrı bir hayat var ve neredeyse saat başı hayatlar değişiyor. Aynen internetteki canlı videolar gibi. Onlar farkında olmasa da, sen bütün dünyayı gözetleyebilirsin."
"Televizyon, insanların hayatlarının en seksi bölümlerini bile gizlice izlemene müsaade ediyor. Bu size bir şey ifade etmiyor mu?"..
"Ve eğer özgür iradeniz olduğuna gerçekten inanıyorsan, Tanrının bizi aslında kontrol edemeyeceğini de bilirsin. Madem Tanrı bizi kontrol edemiyor, o halde tek yaptığı bizi izlemek ve sıkılınca kanalı değiştirmek."
Görünmez Canavarlar"Söylemeye çalıştığım şey şu, belki TV bizi Tanrı yerine koyuyordur. Ya da belki de bizler Tanrının televizyonuyuzdur."
Psikolojik danışmanlar, avukatlar, menajerler, doktorlar, diyetisyenler
ve mentörler tarafından terörize edilen, saniyesine varıncaya kadar iğdiş
edilen, planlanan hayatlar tamamen imitasyon. Birbirinin kötü birer kopyasının
kopyasının kopyası. Geleceğe dair planların, fazla kiloların, daha güzel evlerin
ve sosyal problemlerin sonu gelmiyor. Palahniuk size hapları içmemenizi
söylüyor. Onlar, insanları yatıştırıp uyuşturulmuş mandalara çevirmek için
verilen haplar. Hapı tükürün ve zihninize dönün. Tabi kendinize döndüğünüz
vakit; size yıllarca eğitim, inanç ve iyi ahlak verme bahanesiyle kötü, ayıp,
çirkin ve vahşi diye damgaladıkları şeylerle karşılaşmaya, onlarla yaşamaya maçanız
yiyorsa.
Yazı:@ Ufuk Özkul
2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder