25 Aralık 2013 Çarşamba

Gösteri toplumunun muhalif anlatıcısı: Chuck Palahniuk

“Eğer bu kitabı okumaya niyetliyseniz vazgeçin. Kendinizi kurtarın. Televizyonda mutlaka daha iyi bir şeyler vardır. Burada anlattığım şeyler önce sizi kızdıracak. Sonra her şey daha da kötü olacak.”

Uyarısı ile başlayan bir kitap onun için sıradan bir şey. Her hangi bir Chuck Palahniuk romanı bitirdikten sonra, öfke duymamanız ve kendinizi/çevrenizi sorgulamamanız mümkün değil.

Amerikan edebiyatının Rock Star’ı olarak gösterilen Palahniuk’a göre kültürümüzden/bizi kapana kıstıran illetlerden kurtulmanın tek yolu savaşmaktan vazgeçmek. Bir kapandan kurtulmak başka bir kapanı tetikleyeceğinden özgürleşmek için tek yapabileceğimiz, yapmak istediklerimizi yapmamak.
“Yapmak istemediğin şeyleri yap. Sana istememen gerektiği öğretilmiş olan şeyleri yap.”
Saadetin peşinden gitmenin tam tersi.
“Seni en çok korkutan şeyleri yap.”
Görünmez Canavarlar

Yayımlanan ilk romanı “Dövüş Kulübü” David Fincher tarafından sinemaya aktarılınca geniş kitlelere ulaşan Chuck Palahniuk’un derdi, ironik bir şekilde söz konusu kitleyle (Belki de değildir, parasına bakıyordur, çok da önemli değil, biz hikayelerine bakarız). 30’lu yaşlarına kadar araba tamiri yapan Palahniuk, sosyalleşmek için katıldığı yaratıcı yazarlık atölyelerinin ardından kendini ün, para ve başarı içinde bulurken bunu sağlayan şey; onun salt bu elementlerden ibaret yoz kültürü, şöhret hayranlığı / budalalığını  benzersiz bir şekilde hicvettiği romanları oldu.



Günümüzde edebiyatın aynı zamanda video klipler, bilgisayar oyunları, televizyon dizileri, yarışmalar ve internet gibi mecralarla mücadele ettiğinin farkında olan Palahniuk’un yazdıkları sadece basit birer roman değildir. Sonuna ulaşmak için sabırsızca ve ardı ardına bölümler izlediğiniz diziler gibi heyecan verici, birer sarımlık jointlerdir. Dikkat çekmenin çok zor hale geldiği gürültülü, büyük şehirlerde kendini duyurmanın tek yolu şiddete başvurmak.

Şiddetten bahsetmek Chuck Palahniuk’un hem tercihi, hem de mecbur kaldığı bir şey. Dedesi babaannesini vurduktan sonra intihar ederek hayatına son verir. Babası ise gazete ilanı aracılığıyla tanıştığı bir kadınla flört halindeyken kadının kocası tarafından vurularak öldürülür. Bu noktadan sonra yazarın yaşamla, ölümle, tanrıyla, cinsellik ve bağımlılıklarla ilgili kafaya taktığı şeyleri nazik bir dille anlatmasını beklemek saflık olur.

Kurduğu cümleler kısa ve basit olsa da okuyucuyu ayartacak cinstendir. Sinirlendirir. Farkındalık, kayıtsızlığı imkansız hale getirdiğinden, öyle ya da böyle yazar amacına ulaşır. Mermi-cümlelerinden biri elbet hedefini bulur. Ancak hiç kimse daha mutlu olmaz.


Acıyı seviyoruz. Ve acılarımız, sorunlarımız, o hüzünlü dramlarımız bitmesin istiyoruz çünkü onları çözümlersek geriye neyin kalacağından emin değiliz. Ünlü olmak için her şeyi vermeye hazırız. Kendimizi o büyülü televizyonda görmek için. Akşam haberlerini seviyoruz. Teröristleri, hava korsanlarını, annesini bıçaklayan çocukları, okul tarayan liseli aşıkları (en kötü hikayede bile aşk sempati uyandırır) seviyoruz. Felaketlere, çevre kirliliğine, zincirleme kazalara bayılıyoruz çünkü onları izlemeye ihtiyacımız var.

Parıltılı yıldızlardan, bütün çirkinliğini makyajlayıp ışık saçanlardan, cafcaflı dedikodulardan kendimizi alamıyoruz. Işık bizim zaafımız. İster gerzek bir ünlü, ister boş bir kutu olsun ışık bizi çekiyor. Her şey böyle başlamadı mı zaten? İlla bir sebep gerekiyorsa eğer, bütün bu anlamsız hayatın tek sebebinin kuvözde son bulan ışığın peşinden gidişimiz/basit bir hata olduğunu söylemekten başka ne denilebilir ki..

“İntihar etmekle şehit olmak arasındaki tek fark gazetede manşet olmaktır.”
Gösteri Peygamberi

Aptallıklarımızı tek tek yüzümüze vuran Palahniuk bize daha iyi bir alternatif sunmuyor. Bize doğru yolu gösterecek aksakallı dede, Ferrari’sini satan bilge, ya da hayatın sırrına/ the secret/ le secret/ el secreto erişmiş müneccim bir şarlatan değil o. New Age ve NLP saçmalıklarıyla okuyucuyu oyalamıyor. Karanlık bir aydınlığa mahkûm etmiyor. Kitaplarında varolan tek şey karanlık, salt karanlık ancak en azından gerçek.

Cevaplar bulma telaşında değil; aklına gelen soruları durmaksızın boca ediyor. Söylediklerinin anlamlı olması dahi gerekli değil. Hayattan bir anlam beklemek zaten yeterince anlamsız. Saldırmaktan yorulmuyor. Yeni ve güzel bir dünya istemiyor. 

Olanı yıkmak ve harap etmek tek derdi. Çünkü hiçbir ideolojinin daha iyi, daha mutlu, daha barışçıl bir dünya getiremeyeceğini idrak edebilmiş durumda.
” Cevap, cevabın olmaması”
Dövüş Kulübü



Kurtulmak için değil asla kurtulamayacağını bildiği için dibe vurmayı ve anlamsızlaşmayı bu kadar övüyor.
Özgür olmak için kaybedin diyor.
Güzel olmak için çirkinleşin.
Zengin olmak için fakirleşin. Meşhur olmak için isimsizleşin.
Kamu, özelin yeni şekli. Delilik, aklı başında olmanın yeni şekli.
Kaybedecek hiçbir şeyinin olmaması, varlıklı olmanın yeni şekli.
Namevcut olmak, yeni mevcut olma şekli.
“Deja vu’nün bir de tersi vardır. Buna jamais vu denir. Sürekli aynı insanlarla karşılaşıp aynı yerlere gidersiniz, ama her seferinde ilk kez olmuş gibi hissedersiniz. Herkes her zaman yabancıdır. Hiçbir şey tanıdık gelmez.”
Tıkanma

Alışık olduğumuz karakterler değil onun yarattıkları. Her şey gayet normal (normal ne demekse artık) giderken sadece seçme hakkının olduğunu, kontrolün kendisinde olduğunu görmek için dibe vuran karakterler. İşini, evini, ismini, ailesini hatta cinsiyetini bir kalemde silen karakterler. Çünkü kendi hayatlarını yaşamaları, var olmalarını sağlayan tüm temel değerleri silmeleriyle mümkün. 
“Sadece her şeyi kaybettikten sonra özgür kalabiliriz.”
Dövüş Kulübü
 Bütün ideolojiler aynı sıkıntıyı doğurur. Sistem yıkılamaz, ancak devam ettirilir. Her devrim, başka bir devrimi kutsallaştırır. Her hangi bir sistem varolduğu sürece, o sistem kendini dayatacak, kaçacak yer bırakmayacaktır. Sistemin adı ne olursa olsun..O yüzden çözüm devrim değil,ilerleme değil.Tek çözüm yıkım ve yıkım size herhangi bir cevap sunmaz.Sizi kurtarmaz da..Ancak farkındalık, bütün sistemleri sarsar. Sistemin dişlisi olan kişiyi ne yapacağı kestirilemez durumuna getirir. Belki o zaman özgür irade, tercihler veya birey/bireysellik gibi şeylerden söz etmeye yaklaşabiliriz.

Bildiklerimizi unutmamız maalesef mümkün değil. Her şeyi öğrenmemiz de aynı şekilde imkansız. O yüzden her şeye anlam yüklemekten vazgeçmek gerek. Zira bu Araf/Dünya’da sıkışmış haldeyiz. Ne din, ne millet, ne ideoloji, ne cinsiyet,ne aile,ne kimlik,ne evlilik,ne de dostluk bizi kurtaramaz.
Standardize edilmiş güzellik ve endüstriyelleşmiş estetiğin gölgesinde cinsiyetler, sadece birer görüntüden ibaret. 

Aileler, kitlelerin yeni afyonu. Anneler, yeni nesilleri yetiştirirken kendilerini kutsallaştıran, tecavüz edilemez tanrılar.

Kimlik, özgürlüğün prangası. “Hiç kimse” olmak, özgür olmanın tek yolu.
“Burası Amerika. Otuzbir çekmekle başlarsınız ve grup sekse kadar ilerlersiniz. Önce biraz ot çekersiniz, sonra eroine terfi edersiniz. Kültürümüz böyle; daha büyük, daha iyi, daha güçlü, daha hızlı. Anahtar kelime; ilerleme.”
Tıkanma

"Gündüz yayınlanan dramaları izlersen, herkesi kısa süreliğine ziyaret etmiş gibi olursun. Her kanalda ayrı bir hayat var ve neredeyse saat başı hayatlar değişiyor. Aynen internetteki canlı videolar gibi. Onlar farkında olmasa da, sen bütün dünyayı gözetleyebilirsin."
"Televizyon, insanların hayatlarının en seksi bölümlerini bile gizlice izlemene müsaade ediyor. Bu size bir şey ifade etmiyor mu?"..
"Ve eğer özgür iradeniz olduğuna gerçekten inanıyorsan, Tanrının bizi aslında kontrol edemeyeceğini de bilirsin. Madem Tanrı bizi kontrol edemiyor, o halde tek yaptığı bizi izlemek ve sıkılınca kanalı değiştirmek."
"Söylemeye çalıştığım şey şu, belki TV bizi Tanrı yerine koyuyordur. Ya da belki de bizler Tanrının televizyonuyuzdur."
       Görünmez Canavarlar
Psikolojik danışmanlar, avukatlar, menajerler, doktorlar, diyetisyenler ve mentörler tarafından terörize edilen, saniyesine varıncaya kadar iğdiş edilen, planlanan hayatlar tamamen imitasyon. Birbirinin kötü birer kopyasının kopyasının kopyası. Geleceğe dair planların, fazla kiloların, daha güzel evlerin ve sosyal problemlerin sonu gelmiyor. Palahniuk size hapları içmemenizi söylüyor. Onlar, insanları yatıştırıp uyuşturulmuş mandalara çevirmek için verilen haplar. Hapı tükürün ve zihninize dönün. Tabi kendinize döndüğünüz vakit; size yıllarca eğitim, inanç ve iyi ahlak verme bahanesiyle kötü, ayıp, çirkin ve vahşi diye damgaladıkları şeylerle karşılaşmaya, onlarla yaşamaya maçanız yiyorsa.
 

Yazı:@ Ufuk Özkul
2010

Hiç yorum yok: